Üzerinde çalıştığım bir makalenin bazı ön değerlendirmelerini içeren bu yazı, Kampen’ın “Looking at Gender: The Column of Trajan and Roman Historical Relief” başlıklı makalesinde Traianus Sütunu’nu, kadınların sütundaki rolleri üzerinden, imparatorun Dacia seferi onuruna diktirdiği büyük bir fallik anıt (“grand phallic monument”) olarak tanımlamasından yola çıkıyor. Erkek egemen bir toplumun üretimi olarak arazide sanki ereksiyon hâlinde bir penis gibi göğe yükselmiş bir anıt için bu ifade çok da şaşırtıcı gelmeyebilir, fakat bu tanım anıtın görünümünden daha fazlasını bünyesinde barındırır. Ünlü sosyal kuramcı Henri Lefebvre Mekânın Üretimi’nde “fallik dikeylik”ten bahsederken böyle anıtları “kibir hâli, baskıcı mekâna içkin, bürokratik-politik otoriterlik” olarak yorumlar; “gökdelenlerin, kamusal yapıların ve özellikle devlet binalarının gururlu dikeyliği görselin içine bir fallik, daha doğrusu fallokratik bir kibir katar, kendini teşhir eder, gösterir” (Lefebvre 20164: 64, 78, 122).
Lefebvre’in tanımı Traianus Sütunu’nun işlevi için de uygun bir başlangıç noktası sunar. Öncelikle sütundaki kadınlara bakalım: Traianus Sütunu’nda kadınlar hemen her zaman yanlarında çocuklarıyla anne olarak betimlenirler ve çeşitli kamusal faaliyetlere (Traianus’u karşılama, imparatorla birlikte kurban törenine katılma) dâhil edilirler. Kadınların Traianus Sütunu’nda esir edilmiş hâlde bile nispeten sakin tasvirlerine karşın, Marcus Aurelius Sütunu kadınları şiddet mağdurları olarak gösterme konusunda öncelinden daha net davranır: Kadınlar fiziksel ve cinsel saldırıya uğramakta, saçlarından tutulup dizginlenerek esir edilmekte, hatta öldürülmektedirler. Traianus Sütunu’ndaki kadınların aksine, çocukları ve eşyalarıyla sorunsuz şekilde topraklarından ayrılmalarına da izin verilmez. Bunun yerine çiftlik hayvanlarıyla bir araya getirilip mızrak ve kalkan zoruyla yürütülür, bazen bilek veya saçlarından kavranarak çekilirler. Traianus Sütunu’nda kadınlar duygularını bariz şekilde dışarı vurmaz; kaçarken ya da esir alındıklarında bile korku ya da endişe ifadesi sergilemezler. Oysa Marcus Aurelius sütunundaki kadınların yüzleri çok daha ifadelidir. Figürlerin büyük gözleri ve açık ağızları korkularının ifadesidir. Bazen göğüsleri açığa çıkaran omuzdan düşmüş elbiseler fiziksel kırılganlığı ve cinsel açıdan elverişliliği ima eder. Zanker’e göre bu farklı muamelelerin sebebi, sütunlara konu olan savaşların farklı karakteridir. Dacia seferi fetih ve genişlemeyi, nihayetinde bölgenin Roma topraklarına ilhakını amaçladığından, sütunda Traianus’la birlikte Roma devlet törenlerine katılan pasifize edilmiş Dacia’lı aileler ve daha “insancıl” davranılan kadınlar, geleceğin Roma vatandaşları olarak algılanmıştır. Öte yandan Marcomanni Savaşları imparatorluğun yüzyıllardan beri karşılaştığı ilk ciddi tehditti; barbarlar İtalya’ya girip Aquileia’yı kuşatacak kadar Roma’ya yaklaşmışlardı . Dolayısıyla Marcus Aurelius Sütunu bu savaşı bir entegrasyon değil, düşmanın tamamen yok edilmesine yönelik bir ölüm kalım mücadelesi olarak tasvir etmiştir (Zanker 2000: 172). Her hâlükarda, aşağıda göreceğimiz üzere farklı muameleler sonuçta eril iktdarın pekiştirilmesi için kullanılmıştır.
Traianus Sütunu’nda kadınlar tarafından ateşe verilen veya işkence edilen erkeklerin betimlendiği sahneyle (aşağıda) antik kaynakların barbar/yabancı kadınlara atfettiği şiddetli eylemler ve duygular arasındaki benzerlik fark edilmeyecek gibi değildir: Tacitus ellerindeki meşalelerle çığlık atarak Romalılara saldıran Britannia’daki Mona kavminin darmadağınık saçlı kadınlarını Furia’lara benzetir (Tac. Ann. 14.30). Çocuklarını öldüren Medea ve evlendikleri gün kocalarını katleden Danaos kızlarının öyküleri de yabanıllığı ve şiddeti birbirine bağlar. Aynı zamanda bu kadınların, Traianus’un yanında klasik giyimli diğer “uysal” Dacia’lı/Moesia’lı kadınlar karşısında oluşturdukları tezat, imparatorluk idaresi altında eş ve anne kadın idealini sağlamlaştırır. Ara Pacis’te fethedilmiş, Aphrodisias Sebasteion’unda ise bir kısmı boyun eğdirme aşamasındaki halkları temsil eden kadın kişileştirmelerinin arasındaki fark, tam da sütunun verdiği mesajın bağlamında okunabilir. Kısacası bu “vahşi” kadınlar ya da imparatorların ayakları altında ezilen dişi nationes, Roma’nın kurulu eril hiyerarşisini olumlayan önyargılarla bezeli göstergeler olarak işlev görürler. Ancak fethedildikten sonra sakinleşir, durağanlaşır ve ideal bir kadın görünmüne kavuşurlar. Kampen gibi Dillon’ın da belirttiği üzere Romalı askerlerin kadınlar tarafından, üstelik orduya övgü için dikilmiş böyle bir kamu anıtında aşağılanması mantıklı değildir. Dillon’a göre bu, anavatanları işgal altındaki Moesia’lı kadınların işgalcilerden aldıkları intikam veya Roma ordusunu takip eden sivillere “eğlenmeleri” için tanınan bir fırsat gibi okunabilir. Her hâlükârda sahne, hem Dacia’lıları küçük düşürmekte hem de Roma’ya direnişlerinin anormalliğini, erkeklere şiddet uygulayan kadınlarla görselleştirilen ters yüz olmuş doğal düzen üzerinden vermektedir (Kampen 1995; Dillon 2006).
Sütunların fallik nitelikleri kadın tasvirleri dışında da belirgindir. Cinsellikle ilgili Latince kelimelerde askeri metaforlar önemli bir yer tutar. Beklenebileceği gibi silahlarla ilgili benzetmeler en büyük gruplardan birini meydana getirir. Buna ilaveten Latincede cinsel ilişki için kullanılan vurma, kesme, yaralama, girme, kazma, dövüşme, görev, hizmet, at sürmek gibi metaforları (Adams 1982: 19-22, 145-70) Traianus ve Marcus Aurelius sütunlarında Roma ordusunun savaşta ve savaş dışında icra ettiği işler ve eylemlerle karşılaştırabiliriz. Roma sanatında fethedilmiş halklar ve eyaletlerin kadın kişileştirmeleriyle tanımlandığını tekrar hatırlarsak, sütunda ordunun savaş ve diğer faaliyetleri -yol açma, ekme-biçme, ağaç kesme, inşaat vb.- “dişil” bir coğrafyanın fethi veya bu coğrafyaya “tecavüzdür.” Traianus Sütunu eril iktidarı ordunun barış (toprağa yönelik), Marcus Aurelius Sütunu ise savaş zamanındaki (kadınlara yönelik) eylemleriyle kurmaktadır.
Kadınların sütunlardaki işlevini feminist düşünür Frye’ın benzetmesi üzerinden de okuyabiliriz. Frye “fallokratik” gerçeklikteki ön-arka plan ilişkisini tiyatro örneğiyle açıklar: Sahnedeki oyuncular ve setler bir oyundaki karakterlerin varlıklarını ve kimliklerini sağlar, besler. Setler, ışıklandırma, sahne donanımları vs. sahne görevlileri tarafından -metne göre- yaratılır, sağlanır, korunur ve sık sık yeniden düzenlenir. Görevlilerin eylemleri ve ve bu eylemlerin sonuçları ne oyunun ne de sahnedeki karakterlerin gerçekliğinin bir parçasıdır, ama onları inşa etmek için elzemdir. Arkaplan basitçe “vardır” ve yok edilemez. O yüzden fallokratik gerçeklik, arkaplandaki herhangi bir şeye odaklanılmasını, gözlerin kaymasını tamamen imkânsız hâle getirmelidir. Diğer bir deyişle kadınlar (arkaplan) olmadan falloratik önplan olamaz; önplan arkaplanının üzerine inşa edilmiştir. Kadınlar fallokratik gerçekliğin önkoşuludur (Frye 1984: 167-8).
İşlevi farklı olsa da Mısır dikilitaşlarının form ve sembolizm açısından sütunlar gibi açıkça fallik bir anlamlar içerir. Mısır dilinde kelime “yeniden üreme”, “yeniden doğma” (Augustus yeni rejim için benimsediği propagandayla uygun anlamlar) imalarını da barındıran cinsel çağrışımlı “delmek”, nüfuz etmek” anlamlarına gelir (Swetnam-Burland 2010: 139, 151 dn. 27). Ara Pacis karşısındaki Augustus dikilitaşının (horologium ya da güneş meridyeni) fallik işlevi, anıtın gölgesiyle Ara Pacis’in belirli tarihlerde aldığı pozisyon üzerinden de yorumlanmıştır. Pollini ve Cippola söz konusu günlerde gölgenin sunak girişine doğru “neredeyse cinsel birleşmeyi andırır şekilde” sunağa “girdiğini” ifade eder (Frischer et al. 2017: 57, 66-8). Dahası, Latincede sunağa karşılık gelen ara kelimesi, bereket tanrısı Priapos’a yazılmış şiirlerden birinde “vulva” ya da “klitoris” olarak kullanılmıştır. Benzer şekilde, Latin edebiyatında da “sütun” kelimesinin penisle bir tutulduğu örnekler az da olsa mevcuttur. Martialis bir epigramında Priapos’un erekte penisi için kullanır; bir başkasındaysa Titius adlı birinin penisini yine sütuna benzetir. Martialis dışında diğer örneğimiz, Priapos’un penisi için sütun kelimesini kullanan Corpus Priapeorum’dan gelmektedir (Mart. Ep. 6.49, 11.51; Priap. 73.4).
Elbette anıtların barındırdığı bu imalar, imparatorların cinsel güçleri ve eril eylemleriyle birlikte okunmalıdır. Augustus’un bir kadın avcısı olduğu herkes tarafından biliniyordu, hatta bu huyu Marcus Antonius tarafından eleştirilmişti. Augustus’un cinsel iştahı sadece kadınlarla sınırlı değildi. Birçok imparator gibi yanında deliciae (“sevgililer”) olarak erkek köleler de tuttuğunu öğreniyoruz (Suet. Aug. 69; Plut. Ant. 59.4). Aynı şekilde, Cassius Dio ve Historia Augusta Traianus’un da yanında böyle genç ve güzel erkek köleler bulundurduğundan bahseder (SHA Hadr. 1.7, 4.5; Cass. Dio 68. 1.2, 68.7.4). Saygın bir Romalı heteroseksüel ilişkide olduğu gibi homoseksüel ilişkide de aktif taraf olmak durumundaydı. Roma’da “maçoluğun” bir nevi maskotu olan Priapos gibi, Romalı erkekler de karşılarında ister kadın ister erkek olsun, başkalarının üzerindeki egemenliklerini cinsel penetrasyonla gösterme konusunda hazır, istekli ve ehil olmalıydılar. Traianus, Augustus gibi kadın düşkünü değildi, ancak Genç Plinius imparatorun eş seçimine uzun uzun övgüler düzerken, üstü kapalı şekilde, bu konuda yanlış tercihler yapmış zayıf erkekler (mesela Claudius) karşısında Traianus’u öne çıkarmakta, eşi Plotina’nın davranış ve dış görünüşündeki mütevazılığını, sadakatini imparatorun eril muktedirliğine bağlamaktadır (Plin. Pan. 83). Claudius’un Messalina karşısındaki aciziyeti, onun yönetme kapasitesini ve meşruiyetini sorgulatmakta, iktidarı kullanamamasını beraberinde getirmekteydi (Joshel 1997: 243-44). Öte yandan Augustus rakiplerinin eşlerini istediği gibi baştan çıkarıp başka kadınlara bir cinsel nesne gibi muamele ederek, Traianus ise kendi eşinin karakteri ve hareketleri üzerindeki hâkimiyetiyle, yani her iki imparator da kadınlar karşısındaki eril hegemonyaları sayesinde iktidarlarını kurabiliyorlardı. O hâlde Augustus ve Traianus’un, imparatorluğun meşru yöneticileri olarak konumları, elbette başka etmenlere ilaveten kadınlar -ve erkekler- karşısında onlardan beklenen tavırların göstermeleriyle şekillenmektedir. Özetle hem Augustus hem de Traianus’un fallik anıtları, onların meşru kılan eril güçlerinin bir sembolik-mimari uzantısı olarak alınabilir.
kaynakça
Adams, J.N., The Latin Sexual Vocabulary, Duckworth, Londra, 1982.
Dillon, S., ““Women on the Columns of Trajan and Marcus Aurelius and the Visual Language of Roman Victory”, Representations of War in Ancient Rome, ed. S. Dillon – K.E. Welch, Cambridge, Cambridge University Press, 2006, 244-71.
Frischer, B. et al. “New Light on the Relationship between the Montecitorio Obelisk and Ara Pacis of Augustus”, SDH 1/1, 2017, 18-119.
Frye M., The Politics of Reality: Essays in Feminist Theory, Crossing Press, California, 1984.
Joshel, S., “Female Desire and the Discourse of Empire: Tacitus’s Messalina”, Roman Sexualities, ed. J.P. Hallett – M.B. Skinner, Princeton University Press, Princeton, 1997, 221-55.
Kampen, N.B., “Looking at Gender: The Column of Trajan and Roman Historical Relief”, Feminisms in the Academy, ed. D.C. Stanton – A.J. Stewart, University of Michigan Press, Ann Arbor, 1995, 46-73.
Lefevbre, H., Mekânın Üretimi, çev. I. Ergüden, Sel Yayınları, İstanbul, 20164.
Swetnam-Burland, M., “Aegyptus Redacta: The Egyptian Obelisk in the Augustan Campus Martius”, ABull 92/3, 2010, 135-53.
Zanker, P., “Die Frauen und Kinder der Barbaren auf der Markussäule”, La colonne aurélienne : autour de la colonne aurélienne : geste et image sur la colonne de Marc Aurèle à Rome, ed. J Scheid – V. Huet, Brepols, Turnhout, 2000 ,163-74.
You must be logged in to post a comment.