Prof. Dr. Fahri Işık, Aktüel Arkeoloji dergisinin Internet sayfasında “İlk Hellen Boyu Akhalar’ın Öğrettikleri. Emeğin Sömürüsü 1” (https://go.shr.lc/2D1uu2p) ve “‘Avrupa’nın İlk Yüksek Kültürü’: Akha! Emeğin Sömürüsü 2” (https://go.shr.lc/3fjnquZ) başlıklarıyla iki yazı kaleme almış. İlk yazının sonundaki “Eleştirel bir gözle sorgulayarak, bilime katkı vermeniz dileğiyle…” ifadesinden güç alarak ve hoşgörüsüne sığınarak yazdıklarına karşı çeşitli itirazlarımı dile getirmek istedim. Yazılarından bazı pasajlar hakkında tek tek naçizane fikirlerimi belirtmeden önce, bu ilk bölümde metnin geneline dair bazı gözlemlerimden bahsetmek isterim ki bunları ikinci yazımda söz konusu pasajları değerlendirirken daha da açacağım.
Prof. Işık’ın yazının genelinde Mikenler için kullandığı ifadelerin nesnelden ziyade öznel görüşler içerdiğini söyleyebilirim. Başka uygarlıkların – Girit ve Anadolu – “emeklerini sömüren”, özgün neredeyse hiçbir yeniliğe imza atmayıp öteki halkların başarıları üzerinde yükselen bir Miken portresi çıkmış ortaya. Kullanılan ifadelerden bazıları: “kendine özgü tanımlanabilir bir Hellen sanatını ve kültürünü yaratamayan, bulduğuna ve gördüğüne sahiplenerek başkasının emeğini sömüren bir Akha”; “sanatta, yitirilen özgürlüğe ve refaha koşut giden bir çöküş”; “kendi sanatını yaratabilemeyişin çaresizliği”; “kökende yazısını bile yaratamayan bir Akha kültürü”; “başka halkların kültürel ve sanatsal yaratılarına ‘sahiplenme’ ve emeğini ‘sömürme’ Hellen halklarının tabiatında vardır” gibi. Eğer bu bakış açısını benimseyeceksek Geç Antik Çağ ya da Bizans kültürünü de aynı torbaya koymamız gerekebilir (Işık tersini savunacaksa bunun muhtemel sebebi, yabancı bilim insanları tarafından Anadolu’nun bu dönemlerdeki rolünün hakkının verilmesi olacak diye düşünüyorum, Mikenler yazısından hareketle). Özellikle sonuncu ifadeyi hayli riskli bir yaklaşım olarak görüyorum. Kültürlere ve halklara böyle özcü tanımlarla yaklaşmak, bunu sanki genlere işlemiş bir özellik gibi göstermek bizi doğru yerlere götürmeyecektir. Bu, “hırsızlık Çingenelerin tabiatında var” demek kadar sakıncalı bir durum ortaya çıkarıyor.
Işık’ın asıl meselesi, Yunanistan’daki Miken egemenliğinin, erken Avrupa tarihinin dönüm noktalarından biri yapılması ve Miken kültürünün neden baş tacı olamayacağı iddiasını da yukarıdaki nerdeyse suçlayıcı tanımlarla pekiştiriyor, çünkü Mikenler bu yeri hak etmiyorlar; onlar hakkında takdir edilen her şey aslında başka kültürlerden –Girit ve Anadolu – alınmış. Böyle bakacak olursak özellikle Makedonia’yla yapılan savaşlarla fikri açıdan Yunan dünyasını “sömürmüş” ve zamanında bir avuç hırsız, tecavüzcü ve çapulcu tarafından kurulduğu bizzat kendi tarihçileri tarafından anlatılan Roma’yı ne yapacağız? Yoksa Roma’nın Avrupa’ya –ve Anadolu’ya – katkıları Mikenlerinden sırf çok daha önemli olduğu için onu farklı mı değerlendirmeliyiz? Hititler ya da Urartular hiç mi sömürmediler? Onların tüm kültürel ve sanatsal başarıları her anlamda özgün müdür? Özgün olmasa bile her iki kültürün Anadolu coğrafyasına yaptıkları katkının önemini azaltır mı bunlar? Elbette hayır; geçmiş kültürleri içinde bulundukları koşullar çerçevesinde değerlendirmediğimiz sürece anakronizme kaymamız kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla kültürler arasında böyle bir hiyerarşi kurmak doğru mu diye sormalıyız. Kaldı ki aşağıda vurgulayacağım üzere Mikenleri Avrupa’nın “ilk yüksek kültürü” olarak değerlendirmenin – başka kültürlerden aldıklarından bağımsız olarak ve bu gerçeği dışlamadan – geçerli sebepleri olduğu kanısındayım.
Fetih, katliam, sömürü, emperyalizm sadece Mikenlere özgü tanımlar değil. Evet, Mikenler MÖ 1475-1450 arasında bir tarihte Girit’i işgal etmiştir ve elbette bu fetihle birlikte birçok yerel yeniliği almışlardır (Mykenai A ve B kuyu mezarları fetihten çok önce Giritli zanaatkarların Yunanistan’da çalıştığını göstermektedir zaten). Fakat bunu fetihle gelen hangi uygarlık yapmamıştır ki? Osmanlılar Anadolu’ya yerleşince Bizans idari sisteminden ve sanatından hiçbir şey almamışlar mıdır? Roma birçok şeyi Yunan’a borçlu değil midir? Kısacası bu, geçmişte her zaman görebileceğimiz türden şaşırılmayacak, normal bir süreçtir. İnsanlığa katkıları ne olursa olsun, hiçbir imparatorluk bu yakıştırmalardan kaçamaz. Mikenlerin emek sömürüsünden bahsediyorsak, modern dünyaya muazzam bir miras bırakmış Yunan-Roma kültürünü de aynı derecede suçlayıcı ifadelerle mi değerlendireceğiz? Aristoteles doğal köleliğe inanıyor diye felsefemizden çıkarmalı mıyız? Atina Attika-Delos Deniz Birliği’nden çıkmak isteyen Mytilene’de katliam yaparken, aynı Atina’nın yarattığı güven ortamı ve olanaklarla Methone gibi önemsiz ve diğer orta karar şehirlerin yadsınamaz kazançlarını nasıl değerlendireceğiz? Benzer örnekleri kuşkusuz Anadolu devletleri ya da şehirleri için de bulmak mümkün olacaktır kanımca. Yoksa Işık’ın mantığını tersten çalıştırarak “Anadolu halklarının tabiatında sömürü yoktur” mu diyeceğiz? Bu ne derece bilimsel olacaktır?
Bu örneklerin farkında olarak, bardağın dolu ve boş kısmını birlikte göstererek daha verimli bir değerlendirme yapamaz mıyız? Mikenlerin savaşçı etiğine dayanan bir kültür olduğu gerçeği, Girit’i fethetmesi, sanatının Girit’e çok şey borçlu olması, Anadolu’dan aldığı dini inançlar ve teknik bilgiler onu “kötü”, “beceriksiz”, “kolaycı” ya da “ilkel” yapmaz. Bunların benzerlerine dünya tarihinden birçok örnek bulunabilir. Kendileri hakkında bir tarih eseri vb. yazmamış bir toplumun kafasına sırf arkeolojik malzemeye bakarak girebilir miyiz? Roma Yunanlardan aldıklarını kendi yazarları ve düşünürleri aracılığıyla zaten inkâr etmiyor, açık açık yazıyordu gocunmadan en azından, ya Mikenler? Işık’ın öznel tanımları, kendisini savunma imkânı bulunmayan bir topluma yapılmış bir haksızlık değil midir?
Genel GTÇ Akdeniz dünyası içinde Mikenlerin konumu onu çevresel (peripheral) bir oyuncu yapıyor daha ziyade. GTÇ süper güçleri arasında ikincil bir güç olduğu söylenebilir. Ancak yine aşağıda değineceğim üzere Yunanistan’la sınırlı kalırsak yazıyı getirmesi,birörnek kültürel, bürokratik ve siyasi uygulamalar vb. onu evet, Avrupa’nın ilk yüksek kültürü yapar. Bu Mikenlerden önce orada yaşamış yerel toplulukların mirasını göz ardı etmek değil, fakat nesnel bir olguyu ortaya koymaktır. Bunu söylemek diğer kültürlerin Mikenlere yaptığı katkıları dışlamayı gerektirmez. Nasıl aslen “göçebe” Urartu Asur ve Mezopotamya mirasını alarak Doğu Anadolu’nun çehresini değiştirmişse, Mikenler de bazı açılardan benzer bir şeyi Yunanistan’da yapmıştır denebilir. Ne Mikenler ne Asur ne Hitit ne de Urartu bunu yaparken yerel toplumlarla müzakere yolunu seçmedi. Genelde olduğu gibi gelişme “zorla” sağlandı (elbette her zaman değil ve Mikenler de buna dâhil). Hem Mikenler hem de Urartu yıkıldığında bu bölgelerde aynı türden bir siyasi yapılanmanın ortaya çıkmamış olması, tam tersine siyasi fragmantasyonun gerçekleşmesi de ayrıca dikkat çekici. Bu Urartuları başarısız yapıyor mu mesela? Bu anlamda Mikenler tek ilk ne de tek örnek. Hatta ileride açacağım üzere “sömürü” bile doğru bir tanım sayılmaz bu anlamda Mikenler için; birçok etkileşim tipi arasında sadece biri olabilir. Işık Mikenler ya da antik Yunanların sömürüsünden bahsederken, Girit’in ya da Anadolu halklarının hiçbir alanda “sömürü” yapmadığını neye dayanarak söyleyebiliriz? Knossos’un adadaki egemenliğinin doğası nedir (adadaki merkezlerin peer-polity olarak değerlendirilmesi gerektiği de öne sürülmüştür)? Köleci bir toplum değiller mi? MÖ 3000’lerden beri ilişki içinde olduğu Mısır’dan ne aldı? Mikenlerin çağdaşı Hititler sömürü açısından Mikenlerden farklı mı, farklıysa hangi açıdan? Sicilleri temiz mi her alanda? Anadolu uygarlıkları “tamamen” özgün müdür? Ya da herhangi bir kültürün bütünüyle özgün olduğunda söz edilebilir mi? Aynı şekilde Mikenlerin “tamamen” kopyacı olduklarını ileri sürebilir miyiz? Bunlar için nesnel ölçütlerimiz var mıdır? Romalıların antik felsefede, sanatta, tragedyada, müzikte büyük oranda Yunanları izlemeleri onları her şekilde “kopyacı” mı yapar? Bir uygarlığın hangi alandaki kopyacılıkları onları toptan kopyacı, orijinallikten yoksun ve sıradan olarak nitelememizi sağlar? Mikenlere “sömürgeci” yaftasını yapıştırmadan önce bütün bu soruların cevaplanması gerektiğine inanıyorum. Bunun sebebi Mikenleri yüceltme isteğim değil, ama cevapları ortaya koymadıkça hakkaniyetli bir değerlendirme yapamayacağımıza inanıyorum.
Aynı şekilde, Mikenler Işık’ın da belirttiği gibi Linear B’yi Linear A’dan türetmişlerdir, ama sırf bu yüzden onları “alfabeleri bile kopya” diyerek küçümsemek doğru mudur? Mikenlerin yazıyı Minoslulara kıyasla çok daha etkili, muntazam şekilde, bürokratik amaçlara çok daha uygun olarak verimli kullanabilmeleri özgün bir başarı değil midir mesela? Diğer süper güçlerin tanıdığı, ilişki kurduğu bir güç hâline gelmek başarı değil midir? Örnekler çoğaltılabilir: Kopais Gölü’nün drenajla kurutulması, Miken surlarında görülen teknik beceri (tekniğin Anadolu’dan gelme ihtimalinden ayrı olarak bunu uygulama başarısından bahsediyorum), diplomatik ve ticari faaliyetler, paralı asker olarak popülerlikleri (muhtemelen Mısır bunlardan yararlanmıştı) vb. Ne var ki Işık Mikenlerin “sömürüsünden” bahsederken sadece sanat, bazı dini inançlar, mimari tekniklerden öteye geçmiyor. Yukarıda değindiğim alanlardaki gelişmeler ve başarıları kime atfedebiliriz o halde? Bir kültürü, Işık’ın sadece belirli alanlardaki “yetersizliği”ne dair savları yüzünden toptan gözden mi çıkaracağız?
Elbette bunların çok önemli başarılar olmadığı, Mezopotamya, Mısır ve Girit’teki gelişmelerle karşılaştırıldığında “sönük” kaldıkları iddia edilebilir. Ama zaten bahsettiğim gibi Tunç Çağı Akdeniz’i genelinde Mikenlerin – Mısır, Asur, Hitit, Kıbrıs, Suriye kıyı şehirleri yanında – çevresel bir oyuncu olduğu genel kabul görür. Buna rağmen – kendimi tekrar etme pahasına – Hititlerin Ahhiyawa kralına Akdeniz Tunç Çağı’nın süper güçlerine –Asur, Mısır, elbette Hitit- mahsus “kardeşim” unvanıyla hitap etmesi veya Kom el- Hatan yazıtlarında Mısır elçilerinin ziyaret ettikleri anlaşılan merkezler arasında Miken yerleşimlerinin bulunması, onların “dışardan” bir oyuncu olarak başarılarına ve önemlerine dair bir ipucu değil midir?
Işık, Mikenleri “yüksek kültür” yapan şeyler onlar tarafından Anadolu ve Girit emeğinin sömürülmesiyle gerçekleştiğine göre, Mikenleri nasıl böyle bir ifadeyle onurlandırabiliriz diye soruyor. Anladığım kadarıyla bu unvanı “dışlandığını” söylediği Girit’in daha fazla hak ettiğini (Anadolu’nun katkılarını da vurgulayarak), ama akademik çevrelerin bunu görmezden geldiğini iddia ediyor. Ancak Giritliler de en az Mikenler kadar eski Avrupa’nın parçası sayılan bir uygarlık. Giritlilerin ne kadar “Avrupalı” olduğu tartışılabilir; ben daha ziyade bir Akdeniz kültürü olarak görmeye meyilliyim, fakat Mikenler ve sonrasında antik Yunanlar için Girit’in önemini yadsıyamayız. Dini, edebi (Homeros destanlarındaki statüsü), sanatsal etkileri şüphesiz olmuştur ve Thukydides’in bir Minos deniz imparatorluğundan söz etmesi boşuna değildir. Dolayısıyla Girit’i Yunanistan ve daha genel olarak Akdeniz içinde iki farklı düzlemde almak daha makul görünüyor. Böyle bakarsak evet, bir yanıyla Avrupa’ya dâhil edilmelidir, ancak asla Mikenler kadar “Avrupalı” olmadığını söylemek gerekir. Bu hem yazılarının (Hint-Avrupa dil ailesine mensup değildir) hem de maddi kültürlerinin (kısmen Neolitik’te Anadolu’dan gelen nüfusun etkisi olmalıdır; ayrıca Yakındoğu’dakine benzer bir hükümdar ikonografisi ve yazı geleneği yoktur; kadınlar ikongrafide çok daha görünürdür vs.) bize söyledikleriyle desteklenebilir. İki uygarlığın da ikonografik, dini ve siyasal karakterleri açıkça birbirinden farklıdır. Mikenler, onlara “Mikenler” denecek kadar özgün özelliklere sahiptir. Ancak şunu unutmamalıyız: Hem Minos hem de Miken kültürleri “ikincil” devletlerdir, yani buradaki merkezler başka yerlerdeki daha gelişmiş “birincil” devletlerle (Mısır, Suriye, Mezopotamya) temaslarıyla eş zamanlı olarak kurulmuşlardır. Girit merkezleri daha Saraylar Öncesi Dönem’de bu bölgelerle temas hâlindeydi. Girit ve Miken merkezleri egemenlik alanları 1500 kilometrekareyi geçmeyen nispeten küçük siyasi birimlerdi; yani zaten bir anlamda “kendi halinde” varlıklarını sürdüren peer-polity (rekabetçi teşhir ve emülasyonun eşlik ettiği mal ve fikir alışverişi) oluşumlardan bahsediyoruz. O halde Işık’ın “sömürü” temelli, bir tarafta etken (Mikenler) ve diğer tarafta edilgen (Girit, Anadolu) roller yükleyen açıklamasının karşısında başka bir sav öne sürmek gayet mümkün.
Dahası Mikenler her şeylerini Girit’ten almamıştı. Minoslular grup odaklı ve uyuma dayalı işbirlikçi stratejiler izlerken, Miken merkezleri her bir merkeze ve lidere özgü bireysel ağlarla ve servetin elde edilmesi ve korunması (Linear B tabletleri bu konuda açıktır) üzerinden gitmiştir. Demek istediğim, Mikenler daha önce Yunanistan’da olmayan bir idari sistem kurmuş ve böylece belirli bir birlik sağlamışlardır. Mimari, sanat, yazı, bürokrasi, diplomasi vb. alanında yaptıklarını bu açıdan Hitit’in Orta Anadolu ya da Urartu’nun Doğu Anadolu’da yaptıklarıyla karşılaştırıp “yüksek kültür” tanımı yapmak yanlış olmayacaktır. Mikenlerin Işık’ın bakışıyla “hazıra konmaları” bu açıdan önem arz etmiyor bence; ortada yadsınamayacak yazılı ve arkeolojik bulgular var. Yani Girit ve Anadolu katkısını – isterseniz “sömürüsünü” – kabul ettiğimizde de bu gerçek değişmeyecek. Işık yazısında Mikenlerin kendi iç dinamiklerini ve özgün olarak nitelendirebileceğimiz özelliklerini yok sayıyor. Eğer bir Miken kültürü ve egemenliği –yüksek kültürü- varsa Yunanistan’da, bunda Mikenlerin hiçbir becerisinin (ister siyasi, ister diplomatik, ister ekonomik, ister askeri) rolü bulunmuyor mu? Yani “yüksek kültür”le anlatılmak istenenin Işık’ın üzerinde durduğu sanat, mimari veya dini inançlardan ibaret olduğunu düşünmemeliyiz. Burada bence kastedilen, Miken toplumunun tüm özelliklerinin bize gösterdiği kanıtlar. Dolayısıyla Girit’in “Avrupalı olmayan” kültürüyle karşılaştırıldığında Mikenler “Avrupa’nın yüksek kültürü” ifadesini bu anlamda daha fazla hak etmektedir kanımca. Yine tekrar pahasına Urartu örneğine dönelim: Urartu yazıyı Doğu Anadolu’ya ilk kez getiren uygarlık olarak övülür bizler tarafından, ama aslında Asur çivi yazısını getirmişlerdir, kendi özgün yazılarını icat etmemişlerdir. Öyleyse bu Urartuların genel başarısını gölgeler mi? Urartu Doğu Anadolu’nun “yüksek kültürü” sıfatını hak eder mi, etmez mi? Sadece yazı da değil: Urartular hükümdarlık sembollerini, sanatını ve daha birçok şeyi Asur’dan almıştır. Urartu’yu Mikenlerden farklı kılan nedir? “Bizden” olmaları mı? Neden onları överken Mikenleri yeriyoruz? Kuşkusuz eğer bir sömürüden bahsedilecekse eskiçağda, bunun markası ne tek başına Mikenlerdir ne de antik Yunanlar. Mikenler Anadolu’dan ve Girit’ten bir şeyler almışlarsa benzer şekilde Anadolu uygarlıkları da Mezopotamya ve Mısır’dan, Yunanistan’dan ve Girit’ten çeşitli unsurları bünyelerine katmışlardır. Dünyanın belki de ilk uluslararası ağının kurulduğu Akdeniz Tunç Çağı’nda bu da çok doğal karşılanmalıdır.
Mikenlerden önce bölgede bir siyasi birliğin olmadığı açık. Çeşitli yerel beyliklerden veya Lerna gibi merkezlerden söz etmek mümkün. Mikenlerin Yunanistan’a ortak mimari, sanat, ikonografi, dini inanç, yazı, bürokrasi gibi birçok “uygarlık” unsurunu getirdiğini inkâr mı edeceğiz? Bu açıdan bakıldığında evet, ilk “yüksek” (ya da “gelişmiş”) kültür olarak kabul edebiliriz. Fakat yine ve yine şunu özellikle vurgulamam gerekiyor: Bu başarı, yani GTÇ’de söz konusu alanlarda görülen gelişmeler ve Yunanistan çapında farklı merkezlerin birörnek uygulamaları (özellikle ikonografi, Linear B bürokrasisi, din, mimari), Mikenlerin başka kültürlerden birçok şey aldığı gerçeğini dışlamaz, tıpkı Urartu’da olduğu gibi.
Bütün bunlardan benim “Avrupamerkezci” bir düşünceye sahip olduğum, Anadolu uygarlıklarını küçümsediğim sonucu çıkmaz umarım. Anadolu’nun Yunanistan’a katkısı kadar Yunan kültürünün de Anadolu’ya kazandırdıklarından bahsetmek, bu etkileşimleri iki ucu açık ve tüm tarafların kazançlı çıktığı bir süreç olarak görmek daha makul gibi geliyor bana. Demek istediğim burada “emek sömürüsü”ne indirgenemeyecek kadar (hiç olmadığını söylemiyorum) karmaşık dinamiklerin söz konusu olduğudur. Anadolu’nun da Girit’in de Miken’in de özgün yanları vardır ve birbirlerinden çeşitli yollarla etkilenmişlerdir. Bu etkileşimin de illa tek taraflı, yani Mikenlerin fatih ve sömürüyle aktif, Girit ve Anadolu’nun fethedilen ve sömürülen olarak pasif rollerle gerçekleştiğini söylemek söz konusu kültürlere haksızlık yapmak gibi geliyor bana. Buna bağlı bir diğer mesele de “sömürü” kelimesinin kendisi. Neden “etkileşim”, “ilham”, “sentez” ya da mesela Roma’nın yerel kültürlerle ilişkisi için kullanılan “creolization” gibi tanımlar mümkün değil? Bu terimlerle açıklanabilecek birçok kültürel, sanatsal, dinsel vb. alışveriş söz konusuyken sömürüyü mümkün tek etkileşim dinamosuymuş gibi göstermemiz doğru mudur? Özetle Fahri Işık Mikenlerin Girit ve Anadolu’dan çeşitli kültürel, mimari (duvar örgü teknikleri ve poternler) ve dini (kendisi değinmiyor ama mesela Ahhiyawa ve Lazpa tanrılarının II. Murşili’nin hastalığına çare için getirilmesi ya da Linear B tabletlerinde geçen Athena Potnia’nın (a-ta-na po-ti-ni-ja) Anadolu’da gelmiş olma ihtimali vb.) unsurları almış olduklarını söylerken elbette haklı; sorun buna nasıl yaklaşıldığıyla ilgili daha çok.
Bir diğer çekincem Işık’ın yazıda benimsediği bilimsel metodolojiyle ilgili. Metinde bazı bilim insanlarına ve eserlerine atıflar var. Fakat dikkatimi çeken şey, bu eserlerin hayli eski tarihli olmaları: Spyridon Marinatos’un Kreta und Mykenische Hellas’ı 1959’da, Arif Müfid Mansel’in Ege ve Yunan Tarihi 1947’de, Fritz Schachermeyr’in Zur Rasse und Kultur im minoischen Kreta’sı 1939’da, Rudolf Naumann’ın Architektur Kleinasiens’ı 1959’da, Friedrich Matz’ın Kreta und frühes Griechenland’ı 1975’te basılmış. Pierre Demargne’nin de adı geçiyor, fakat hangi eserinden alıntı yapıldığı metinde belirtilmiyor. Bununla birlikte eserlerine baktığımızda genellikle 50-60’larda üretken olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu yazarların aktif oldukları tarihlerden sonra yapılmış çalışmalara hiçbir atıfta bulunulmuyor. Bu zaman dilimi içinde yeni fikirlerin, açıklamaların, yaklaşımların ve arkeolojik/filolojik bulguların çıktığını – ki bunlardan bazıları Işık’ın savlarını destekler nitelikte de olabilir – kabul etmemiz gerekir. Üstelik Linear B’yle ilgili çok önemli ilerlemeler kaydedildi ki bunlar Mikenleri Işık’ın “ilkel” ve “basit” gibi tanımlarından rahatlıkla çıkarıp bürokratik ve gelişmiş bir toplum (ya da “yüksek kültür”) olarak görmemize büyük katkı sağladılar.
Dürüst olmak adına şunu da ifade etmek isterim: Işık’ın zaman zaman söz ettiği kendi eserlerinde daha yeni kaynaklara yer vermesi muhtemel ve yazıda kaynakça bulunmamakla birlikte yeni kaynaklara da başvurmuş olma ihtimaline yer bırakıyorum. Ayrıca derginin niteliği böyle bir metin için de uygun olmayabilir. Yine de sadece elimizdeki metin bağlamında konuşursak, Işık kendi fikrini destekleyen kaynaklara yer verirken, buna karşı çıkanlardan bahsetmiyor. Bu da savının gücünü zayıflatıyor, çünkü aleyhte görüşlere sahip bilim insanlarının isimlerini, eserlerini, çalışmalarından alıntıları vererek onlarla tartışmıyor. Burada bir meydan okuma var, ama şüphe duymaksızın ikna olabilmemiz için Işık’ın karşıt iddiaları net bir şekilde aktararak onları tek tek çürütmesini bekleriz. Bu eleştirimi tamamen bu yazı çerçevesinde yaptığımı yeniden vurgulamak isterim. Kendisinin başka mecralardaki makaleleri bunu yapıyor olabilir.
Işık iddialarının aleyhinde fikirleri alıntılayıp çürütmek yerine, kendi fikrini destekleyen çalışmalara atıfta bulunuyor. Ancak genel olarak bakıldığında, aslında Işık’ın bu yazıları yazmasının sebebi doğal olarak kendisi tarafından eleştirilen bazı görüşlerin varlığı, yoksa bu yazıları kaleme almasının bir anlamı olmaz. Fakat bu görüşlerin tam olarak ne anlattığı, neyi savunduğu konusunda tatmin edici bir bilgiye sahip olamıyoruz. Muğlak şekilde böyle fikirlerin ortada dolaştığına dair bir izlenimimiz var, fakat aslında gerçekten ne dediklerini bilmiyoruz, sadece Işık’ın bunlar hakkındaki yorumlarını okuyoruz ve bu da tek taraflı bir bakış açısı sunuyor bize.
Özet olarak, Mikenleri ya da herhangi bir eski kültürü bu şekilde tanımlanmakla meseleyi doğru tartışmadığımızı düşünüyorum. Yoksa Mikenlerin Anadolu ve Girit’ten aldıklarını inkâr edecek değilim elbette. Fakat toptancı ve çok öznel bir bakışla Mikenleri tamamen görmezden gelmek ya da başarılarını küçümsemek bizi sağlıklı bir değerlendirmeden alıkoyacaktır. Bir kültürü önyargılarla çalışmanın sakıncaları konusunda herkesin hemfikir olacağına eminim. Daha ziyade, amiyane tabiriyle “işler o zamanlar öyle yürüyordu” bakışıyla olayları öncelikle kendi mantığı içinde incelemenin çok daha nesnel (asla tamamen nesnel olamayız) bir içgörü sağlayacağına inanıyorum.
You must be logged in to post a comment.